Cumhuriyetimiz 97 Yaşında Paneli Sona Erdi
CUMHURİYETİMİZ 97 YAŞINDA PANELİ
30 Ekim 2020 Cuma, 14.00
Prof. Dr. Kâzım UYSAL
Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Rektörü
Moderatör
Cumhuriyetimizin 97. kuruluş yıl dönümünü hep birlikte idrak ediyoruz. Bizler, Türk milleti olarak tarih boyunca bu topraklarda hep vardık, var olmaya da azmettik. Var olabilmek için de en ideal yönetim sistemi cumhuriyettir. Ben bu vesileyle cumhuriyetimizin kurucusu Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, bu toprakları bize vatan yapan bütün şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyorum. Lisansüstü Eğitim Enstitüsünü bu panel için tebrik ediyorum. Cumhuriyeti devam ettirecek ilelebet yaşatacak olan bizleriz ve inşallah gelecek kuşaklardır. Onlara cumhuriyetimizin kazanımlarını anlatmak bizim görevimizdir. Görevimizi en iyi şekilde yapmaya ant içtik. Bu azim, bu azim, bu gayret oldukça bu millette Allah'ın izniyle cumhuriyetimiz ilelebet payidar olacaktır. Biz 'Yaşasın Cumhuriyet' diyoruz. Çünkü bu milletin dokusuna, yapısına, kültürüne en uygun yönetim şeklinin cumhuriyet olduğuna inanıyoruz.
Prof. Dr. Esra SARIKOYUNCU DEĞERLİ
Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
“97. Yıldönümünde Cumhuriyetimiz ve Türk Demokrasi Tarihi”
Egemenlik, kaynağını toplumdan alır. Bir insanın diğer bir insana tabi olmasını kabul etmez. Bu nedenle egemenlik topluma aittir ve demokrasi kavramı ile ifade edilir. Demokrasilerde hiç kimse yasaların üzerinde değildir. Ayrıca demokrasi, yasaların herkese eşit, adil ve tutarlı bir şekilde uygulanmasını gerektirir. Bir kişi, grup veya zümreye özel yasa çıkarılamaz. Demokrasilerde ırk, dil, din, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin herkes eşittir ve tüm insanlara aynı düzeyde eşit değer verilir. Demokratik bir yönetimin temel göstergelerinden biri de vatandaşların yönetim sürecine aktif katılımıdır. Halkın yöneticileri belirli aralıklarla, özgür ve adil bir seçimle seçmesini gerektirir.
Demokrasinin temel ilkelerinden biri de çoğunluğun yönetimini kabul etmektir. Ancak demokratik toplumlarda çoğunluğun, azınlığın haklarını koruması gerekir. İnsanlar, devredilemez haklarla doğarlar. Bu haklar insanın doğuştan sahip olduğu haklardır. Bu nedenle demokratik yönetimlerin insan haklarını koruma altına alması gerekir.
Demokratik bir yönetimde bulunması gereken özelliklerden birisi de yasama, yürütme ve yargı görevlerinin birbirine karşı bağımsız organlar tarafından yürütülmesidir. Bu duruma güçler ayrılığı ilkesi denir. Böylece demokrasilerde bu üç önemli görevin, birbirinden bağımsız organlar aracılığıyla dengelenmesi beklenir.
Demokrasinin ilkelerinden biri de laikliktir. Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı olması ve devletin kişilerin vicdan, dinî inanç ve kanaat özgürlüğünü teminat altına almasıdır. Demokratik bir sistemde devlet, tüm inançlara eşit mesafede durur.
Prof. Dr. Baykal BİÇER
Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Eğitim Fakültesi
“Cumhuriyet Devri Eğitim Hayatında Demokratikleşme Çabaları”
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte gençleri Cumhuriyet yurttaşı olarak yetiştirme görevi Milli Eğitim Bakanlığına verilmiştir. Çünkü Cumhuriyet yurttaşı yetiştirmenin ön koşulu demokratik eğitime önem vermekten geçtiği için Bakanlık bu amaç doğrultusunda hızla çaba harcamaya başlamış 26 Aralık 1923 tarihinde Maarif Vekâleti Vekili Mustafa Necati tarafından okullarda cumhuriyet esaslarına göre eğitim yapılacağı bir genelgeyle bildirilmiştir. Bir sonraki yıl olan 8 Eylül 1924 tarihli başka bir genelgede ise dönemin bakanı Vasıf Çınar da “demokrasiye dayanan bir devletin bireylerini birer toplumsal ve ekonomik organ olarak yetiştirmek görevimizdir.” ifadelerini kullanmıştır.
Eğitim ortamlarında demokratik tutumları oluşturmaya ve demokrasi kültürünü geliştirmeye yönelik uygulamalardan biri de eğitsel kol çalışmalarıdır. Eğitsel kol çalışmalarına 1936, 1946, 1952, 1953, 1958 yıllarında değişik yasa ve yönetmeliklerde yer verilerek çeşitli güncellemelerle günümüze kadar gelmiştir.
Eğitimde demokrasi vurgusuna ilişkin başka bir gelişme de öğretim programlarında olmuştur. Çok partili siyasal yaşama geçiş, demokratik sistem anlayışını ilkokul programlarına da geniş ölçüde yansıtmıştır. Türk eğitim sistemindeki demokratik uygulamaların köşe taşlarından biri de, 23-31 Ağustos 1949 tarihinde toplanan IV. Millî Eğitim Şûrasıdır. Şuranın Gündem maddelerinden biri “Eğitim ve öğretimde dayanılan demokratik esasların gözden geçirilmesi”dir.
Türk Eğitim Sisteminde demokrasi ile ilgili mevzuat çalışmaları son olarak 13.01.2004 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında imzalanan protokol ile hayata geçirilen “M.E.B. Demokrasi Eğitimi ve Okul Meclisleri Yönergesi” ile sistemdeki son şeklini almıştır.
Sonuç olarak demokrasiyi sadece kanunlarla bir ülkede yerleştirmek mümkün değildir. Demokrasi kültürünü toplumda egemen kılmak yetişmekte olan bireyleri bilinçlendirmekle, başka bir deyişle eğitmekle mümkündür. Bununla birlikte Öğretmen, yönetici ya da aile, demokrasiyi ve demokrasinin gereklerini öğrencilerine, yurttaşlarına ya da çocuklarına ne kadar anlatırsa anlatsın, kendi davranışlarına demokratikliği yansıtmadığı sürece demokrasi eğitiminin hiçbir etkisinin olması beklenemez.
Prof. Dr. Levent MERCİN
Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
“Cumhuriyet Döneminde Müzecilik ve Müze Eğitimi”
Müze insan yapımı olan veya olmayan her tür eser, nesne vb. ürünleri toplayan, koruyan, sergileyen, onaran, halkın eğitimi ve eğlenmesi için yararlanılan, kar amacı gütmeyen kurumlardır denilebilir. Müzecilik ise, müzeye eser toplanması, eserlerin sergilenmesi ve yönetimi gibi kapsamlı bilimsel faaliyetlere denir. Müze eğitimi ise müze öncesi, müzede ve müze sonrası tüm eğitim sürecine verilen isimdir.
Türk Müzeciliğini, Cumhuriyet öncesi ve sonrası dönem olarak ikiye ayırmak mümkündür. Cumhuriyet öncesi dönem müzecilik, her ne kadar günümüzdekine benzer bir müzecilik yaklaşımına benzer olmasa da Asya Hunlar’ına kadar uzandığı söylenebilir. Anadolu’ya gelindiğinde ise İstanbul Aya İrini’de eserlerin toplanması ile gelişen, oradan Çinili Köşkte taşınarak sergilenmesi ve ücrete tabi olması ile kurumsallaşmaya başlayan Müzecilik, Osman Hamdi Bey’in müze müdürlüğüne getirilmesiyle önemli bir ilerlemeye sahne olmuştur. Çıkarılan nizamname ve Osman Hamdi Bey’in bizzat arkeolojik kazılara katılmasıyla eser sayısı artmış ve müzecilik, daha kurumsal bir hal almıştır.
Cumhuriyet döneminde ise, müzecilik ve müze eğitimi önceki dönemin devamı niteliğinde ama çok daha fazla günümüz müzeciliğine uygun bir süreç geçirmiştir. Bu bağlamda daha Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk’ün emriyle birçok ilde yeni müze kurulmuştur. Eski eserler ve yapılar korumaya alınmıştır. Topkapı Sarayı Müze olarak düzenlenmiş (1927), Ankara’da 1930 yılında Etnografya Müzesi açılmıştır. Sonra da bir Eti Müzesi oluşturulması kararı alınmış ve bugünkü Anadolu Medeniyetleri Müzesi açılmıştır (1968). Okul Müzesi fikrinin ortaya atılması, Türk Tarih Kurumunun kurulması (1931), Gazi Eğitim Enstitüsü’nün (1932) açılması, 1950 yılında Türkiye ICOM Mili Komitesinin kurulması, VII. Milli Eğitim Şurasında müzelerin eğitici yönünün üzerinde durulması, Cumhuriyet döneminin önemli müze eğitimi adımları olmuştur. Sonrasında özel müzelerin kurulması ve açılması, Milli Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere birçok Üniversitede Müze Eğitimine yönelik derslerin sonra da Bölümlerin açılması; müze eğitimi konusunda tezler yazılması, kitap ve makale gibi yayınlar yapılması, müzelerden bir öğrenme ortamı olarak yararlanılmasını sağlamıştır.
Günümüzde Türkiye’de müzecilik ve müze eğitimi, atılan önemli adımlar sayesinde, Dünya Müzeleri ile yarışabilen ve hatta onlardan öne geçerek ödüller alan, müze eğitimini daha bilinçli ve amacına göre uygulayabilen; ileri teknolojilerin kullanıldığı, tür olarak özgün ve çeşitlilik içeren, tanıtım ve iletişimi ileri düzeyde kullanabilen ve sayıları 467’e ulaşan bir konuma gelmiştir. Adeta bir açık hava müzesini andıran Türkiye, yaklaşık 400 civarında kazı alanıyla 100’ün üzerinde yüzey araştırmalarıyla ve mükemmellik belgesi alan müzeleriyle geleceğe doğru emin adımlarla ilerlemektedir.
Dr. Öğr. Üyesi Barış ADIBELLİ
Kütahya Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
“Cumhuriyet’ten Günümüze Türk Dış Politikası”
Yirminci yüzyıl, savaşlar, imparatorlukların dağılması, ulus devletlerin kurulması, devrimler, ideolojik kamplaşmanın ve teknolojik atılımın yüzyılı olmuştur. Maalesef yirminci yüzyılın ilk yarısındaki gelişmelerden millet olarak doğrudan etkilendik. Yirminci yüzyıla savaşlarla, büyük çilelerle ve acılarla başladık. Koskoca bir imparatorluğu yıkılmaktan kurtaramadık. O’nun küllerinden yepyeni genç bir devlet inşa ettik.
Bir ülkenin dış politikası aslında o ülkenin bizzat kendisini, kimliğini yansıtmaktadır. Dolaysıyla, Türk dış politikası da varoluş mücadelesinin bizzat kendisidir. Bu mücadele cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar sürmüştür. Türk Dış Politikası 19 Mayıs 1919’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a ayak basmasıyla başlamıştır.
Cumhuriyet dönemi Türk dış politikasının inşası çok da kolay olmadı. Oldukça meşakkatli, çileli ve sancılı bir süreçten geçildi. Dışişleri Bakanlığı, bir bina içinde sadece bir odadan ibaretti. O dönemde yetişmiş diplomat bulmak, yabancı dil bilen bir insan bulmak oldukça zordu. Buna rağmen bir ülkenin, bir milletin yeniden var olma süreci başarıyla yürütüldü.
İbn Haldun’un 600 yıl önce coğrafya kaderdir, bir milletin ve devletin kaderini coğrafya belirler ilkesine dünyada her halde en iyi örnek Türkiye verilebilir. Türkiye, medeniyetlerin, kültürlerin ve semavi dinlerin bir araya geldiği bir kavşak noktasıdır. Aynı zamanda kürede bulunduğu coğrafi konum nedeniyle bir tarafta Asya, bir tarafta Avrupa, bir tarafta Avrasya ve nihayet Ortadoğu ve Afrika’yı kontrol eden jeopolitik bir eksende yer alır. Bu nedenledir ki Türkiye, bugün Doğu Akdeniz’de, Ege’de başta olmak üzere dört bir yandan kuşatılmış, adeta boğulmak istenmektedir. Türkiye, birçok alanda Batı’nın meydan okumasına karşı çıkmaktadır; ancak her şeye rağmen Türkiye başka ülkeler için ne politik ne de ekonomik bir tercihtir. Türkiye herkes için jeopolitik bir zorunluluktur. Dolaysıyla, Türkiye’nin dışlandığı ve görmezden gelindiği hiçbir denge ve düzen kurulamaz.
Prof. Dr. Şahmurat ARIK
Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü
“Cumhuriyet Devri Türk Edebiyatında Edebî Topluluklar”
Cumhuriyet devrinde irili ufaklı edebi topluluklar kurulmuştur. Bunlar arasında bazıları uzun soluklu tesire sahip olsa da bir kısmı, kısa süre etkili olmuş ve kültür-sanat dünyamızda tesirini kaybetmiştir. Bu dönemde kurulan ilk edebi topluluk, Yedi Meşale (1928)’dir. Edebiyatımızın ilk toplulukları olan Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati'den sonra, Cumhuriyet döneminin beyanname ile ortaya çıkan ilk edebi topluluğu olarak Yedi Meşale dikkati çekmektedir. 1928-1933 yıları arasında varlık gösteren topluluğu oluşturan çoğu lise öğrencisi gençler, şiirlerini ve yazılarını 1927 yılında Servet-i Fünûn dergisinde yayımlamaya başlamışlardır.
1941 yılında faaliyetlerine başlayan Garip Hareketi, tesirleri uzun süren ikinci edebi topluluktur. Cumhuriyet devri Türk şiirinde Orhan Veli Kanık (ö.1950), Oktay Rifat Horozcu (ö.1988) ve Melih Cevdet Anday (ö.2002), 1941 yılında müşterek olarak yayımladıkları “Garip” adlı kitap ve Gerçeküstücülük (Sürrealizm) akımından ilham alan bir şiir anlayışı ile sanat alanına çıkmışlardır. Yayımladıkları bu kitabın adı olarak “Garip sözcüğünün ‘alışılmadık, değişik’ ve ‘gurbette kalmış, uzak düşmüş’ anlamlarına gelmesi şiir anlayışlarını simgelemesi bakımından uygun bulunmuştur.”
Hisar Topluluğu, 1950 yılında kültür-sanat dünyamızda boy gösterir. Türk süreli yayın tarihinin uzun ömürlü dergilerinden biri olan Hisar, "fikir, sanat ve edebiyat dergisi" çerçeve başlığıyla, Ankara’da yayımlanır. Hisar, 1940’lı yıllarda özellikle Garip anlayışı yüzünden Türk edebiyatının gelenekle zayıflayan bağını yeniden güçlendirmek, yazdıklarını sanat ve edebiyatseverlere ulaştırmak, edebiyat ortamına seviye getirmek, “kökü mazide olan âtî” çizgisinde eserler vermek, sosyalist sanat anlayışına karşı bir sanat hareketi oluşturmak gibi amaçlarla çıkar. Dergi, bu amaçlardan hiçbir zaman taviz vermeden yarım asra yakın yayımlanır. İlkeli yayımından dolayı, T. Sait Halman 1950-1975 arasını “Hisar Çığırı” olarak niteler.
Teoman Civelek’in öncülük yaptığı bir diğer edebi topluluk da Mavi Grubu’dur. Bu topluluk, 1952 yılında edebi faaliyete başlar. Teoman Civelek, Ankara Atatürk Lisesinin orta kısmında ve üçüncü sınıfta Bekir Çiftçi, Ülkü Arman’la birlikte bir mizah dergisi çıkartırlar ama okul yönetiminin hışmına uğrayarak bir hafta okuldan uzaklaştırılırlar. Ardından Teoman Civelek, lise sıralarında bir başka sahiplik denemesine daha gözünü kırpmadan girer. Dört sayfalık “Yol” dergisini çıkartır. Bu dergi de büyük tepkiler uyandırır. Ardından bir süre sonra arkadaşlarıyla birlikte üçüncü bir denemeye daha soyunur ve “Mavi” dergisini çıkartır.
Garip Hareketinden sonra Türk kültür hayatına yeni bir soluk getiren İki̇nci̇ Yeni̇ Hareketi̇, 1954 yılında edebi faaliyetlerini hissettirir. Cumhuriyet devri Türk şiirinde Garipçiler ile başlayan şiir anlayışı, tüm yenilik iddialarına rağmen zamanla eskimeye yüz tutması ve geçmişi toptan inkâra kalkması üzerine, 1950’lere gelindiğinde ‘Hisar’ dergisi etrafında toplanan şairler grubu olan Hisarcılar, 1952 yılına gelindiğinde ise ‘Mavi’ dergisi etrafında toplanan, özellikle Attila İlhan’ın yönlendirici olduğu Mavi hareketi taraftarlarının şiddetli eleştirilerine hedef olmaya devam etmektedir. 1953 yılından itibaren Yeditepe, Yenilik, A, İstanbul ve Şiir Sanatı gibi dergilerde; 1956’dan sonra ise Pazar Postası dergisi başta olmak üzere dönemin diğer dergilerinde şiirlerini neşreden Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya Seber, Ece Ayhan, İlhan Berk, Ercüment Uçarı, Kemal Özer, Ülkü Tamer ve dünya görüşü itibariyle farklı bir şahsiyet Sezai Karakoç gibi şairler, İkinci Yeni hareketi olarak daha farklı bir şiir anlayışıyla ortaya çıkarlar.
Dr. Öğr. Üyesi Eren Evin KILIÇKAYA
Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
“Cumhuriyet’in İlânının Türkiye’deki Politik Afiş Tasarımlarına Etkisi ve 1940-1980 Dönemi Seçim Afişlerinin İncelenmesi”
Afiş, bir etkinliği duyurmak, bir ürünün tanıtımını yapmak ve geniş kitlelere ulaşmak için tasarlanan bir grafik tasarım ürünüdür. TDK’ya göre “bir şeyi duyurmak veya tanıtmak için hazırlanan, kalabalığın görebileceği yere asılmış, genellikle resimli duvar ilanı, ası” şeklinde tanımlanmıştır. Afişler, reklam afişleri / ticari afişler, kültürel afişler ve sosyal afişler olmak üzere üç ana gruba ayrılır. Reklam afişleri, bir ürün ya da hizmeti tanıtan afişlerdir. Moda, endüstri, kurumsal reklamcılık, basın-yayın, gıda, turizm gibi sektörlerde yaygın olarak kullanılırlar. Kültürel afişler, festival, seminer, sempozyum, balo, konser, sinema, tiyatro, sergi ve spor gibi kültürel etkinlikleri tanıtan afişlerdir. Sağlık, ulaşım, sivil savunma, trafik, çevre gibi konularda eğitici ve uyarıcı nitelikteki afişlerin yanı sıra, politik bir düşünceyi ya da siyasi bir partiyi tanıtan afişler ise sosyal afişler grubunda yer alır.
Cumhuriyetin ilanı ile birlikte ekonomik, siyasi ve sosyal hayatın canlanmasıyla beraber afiş tasarımlarında da çeşitlilik görülmeye başlanmıştır. Türkiye'de çok partili döneme geçilen yıl olan 1946 yılı, Türk demokrasi tarihinde önemli bir yer tutmaktadır. Bu tarihten sonra artık seçim afişlerinde de bir artış ve çeşitlilik görmek mümkün olmuştur. 1950 yılı seçimlerinde, Demokrat Parti’nin, tasarımcı Selçuk Milar’a hazırlattığı ve beden diline yönelik sembolik anlatımın kullanıldığı havaya kalkmış sağ el ve “Yeter, söz milletindir” sloganı çok etkili olmuştur. Öyle ki, bu slogan sonraki seçimlerde pek çok sağ partiye ilham kaynağı olmuş ve ufak değişikliklerle tekrar tekrar kullanılmıştır. Bundan sonraki yıllarda da tasarlanan pek çok seçim afişinde siyasi partilerin birbirleriyle olan rekabetleri afişlerinin sloganlarına yansımıştır.
Sonuç olarak, yeni bir yönetim sisteminin getirdiği her türlü yeniliğe geçiş için halkın anlayabileceği afiş tasarımları yaygınlaşırken, sanat ve halk arasında bir bağ kurulmaya çalışılmış ve afiş tasarımları da bu bağı güçlendirme de etkili olmuştur. Siyasi partiler halkı ikna etmek için özellikle yazı ve slogan ağırlıklı afişler tercih etmişlerdir. Seçimlerin kazanılmasında tasarlanan afişlerin etkisi göz ardı edilemez. Afiş tasarımlarındaki yenilikçi slogan ve ifade biçimi ile o dönemdeki seçimlerde başarı elde edilmesi arasında bir bağ olduğu düşünülmektedir.